Gönderen : Neobi 6 Ocak 2014 Pazartesi

Daha önce yeşilliğin bu denli bol olduğu bir yerde bulunmamıştım. Etrafı size tarif etmem gerekirse yeşil. Bol bol yeşil. Başka da bir şey yok. Daha da önemlisi buraya nasıl geldiğime dair bir fikrim de yok. Her zamanki gibi rutin işlerimi yapmak amacıyla güne açtım gözlerimi. Her zaman yaptığım gibi son dakika kala kalktım. Apar topar giyinip evin içerisinde koştururken kahvaltı masasından bir dilim kızarmış ekmek kaptım, kardeşime beni zamanında uyandırmadığı için bir küfür savurdum ve tam kapıdan çıkacakken her sabah yaptığım gibi ayağımı kapının eşiğine geçirdim. Okula yetişmek amacıyla saat tam 10 da geçen 34Z otobüsüne yetiştim vee işte burada film kopuyor. Normalde otobüsle 1 saat yol gittikten sonra okula varmam gerekirdi. Fakat şuan göz alabildiğince yeşil bir ormanın tam ortasındayım. Benim bugün çok çok çok önemli bir sınavım var ama ben bir ormanın ortasında dikilmekle meşgulüm. Aman ne güzel... 

Etrafa bakmayı bırakıp gözlerimi  kendi üstümde gezdirince gördüğüm şey beni dehşete düşürüyor. Etek kısmı fırfırlı ve kabarık, belden bir korseyle oturtulmuş üst kısmım neredeyse elbiseden fırlayacak gibi. Benim gibi salaş giyinmeyi seven bir kıza göre çok çok şık ve demode. Evet gerçekten demode. Sanki 1780'lerin Fransa'sında gibiyim. Ve en önemlisi saçımda kocaman bir topuz.

Rüya görme olasılığımı düşünüyorum bir an. Rüya olmalı değil mi? Bu durumu başka ne açıklayabilir ki? Fakat sabah şu yukarıda anlattığım şeyleri yaşadığıma eminim. Hatta ayağımın acısı bile daha geçmedi. Dahası bu ormanda hiç otobüs koltuğuna benzeyen bir şey de görünmüyor. Kısacası nasıl oldu bilmiyorum ama kendi zamanımdan koparılıp buraya bir yere sürüklendim. 
Durum her ne olursa olsun, bu lanet yerden çıkmam gerek.  Böyle önemli bir sınavım varken neden tüm bu gerçek olamayacak kadar saçma şeyler benim başıma gelir ki diye söylene söylene yürüyorum yeşilliğin içerisinde... Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, önüme arkama aklıma gelebilecek her yere ama her yere bakıyorum. Ama hiç bir çıkış varmış gibi de görünmüyor. Sakin ol kızım diyorum kendi kendime. Nefes al, nefes ver, nefes al, nefes ver. Evet aynen böyle. Şimdi kendime geldiğime göre beynimde ki gri hücreleri çalıştırıp buraya nasıl düştüğümü çözebilirim. Onu çözemesem bile bir çıkış bulabilirim. 
Kafamı çalıştırmak için  en büyük alışkanlığım olan volta atma metodunu kullanıyorum. Topuklarım yeşil zemine bata çıka bir oyana bir buyana yürüyorum. Sağ çaprazımda ki Ardıç ağacını geçiyorum. Biraz ilerisinde ki Defne ağacını geçiyorum. Defnenin hemen dibinde ki iğde ağacını geçiyorum. 
Ardıç, defne, iğde... Ardıç, defne, iğde... Ardıç, defne iğ-...
- Hey Ros... İşte bu ses düşüncelerimi bölüyor. Biraz korkarak, birazda umut ederek dönüyorum arkamı ama kimse yok. Hah bir serap görmem eksikti...
Tekrardan volta atma ritüelime döneceğim sırada aynı ses yine sesleniyor: - Hey ros buradayım.
Yine dönüyorum arkamı, fakat yine hiç kimse yok. Oflaya puflaya artık hiç bir işe yaramayacağına emin olduğum ritüelime döndüğüm sırada aynı ses bir kez daha seslenince " yettiniz ama artık be " diye sesimin çıktığınca bağırarak olduğum yeri tekmelerken ayaklarımın etrafını çevreleyen bir kaç karaltıyı  fark ediyorum. Aslında ileri derece miyop'umdur ama nedense gözlerim şuan cam gibi görüyor. Ayağımın dibinde hareket eden karartıların ne olduğunu tam olarak görebilmek için iyice yere eğiliyorum. 
İyice yere eğildiğimde tam 14 gözün bana baktığını fark ediyorum. 14 göz 7 adam... Daha doğrusu 7 cüce.
Haha iyice kafayı yedim. Ciddi ciddi sıyırdım. Nerede olduğunu bile bilmediğim bir ormanda, üstümde uyduruk bir kıyafetle 7 tane cücenin gözlerini içine bakıyorum şuan. Kendi aralarında hararetli bir tartışma içerisindeler:
1. cüce: Bir gözü bizim orman gibi neredeyse...
2. cüce: Bir dev, bir dev, hemen kaçmalıyız korkunç bir dev 
~~ bana korkunç diyor resmen ukala bücür ~~
3. cüce: Beyler bu bizim yıllardır beklediğimiz prenses bir sakin olun.
4. cüce: Bence gözlerini oyalım. 
5. cüce: Bence o çok tatlı baksanıza kırmızı ruju bile var. 
~~ bir dakika... kırmızı ruj mu? iyi de ben hiç kırmızı ruj sevm- aman neyse şuan kafamı takmam gereken en son şey bu olsa gerek bu kadar absürtlük içerisinde ~~
6. cüce: Cadı bizi bulmadan kaçalım. Bu da ne yaparsa yapsın.
~~ Bir cadıdan bahsediyorlar. Beni öldürmeyi düşünen bu 7 bücür bir de cadıdan bahsediyor. Aman ne güzel, ne güzel... ~~
7. cüce: Bence onunla konuşmalıyız. Hemen karar vermeyelim çocuklar.
7. cüceyi seviyorum. Akıllı olduğu duruşundan belli bir kere. Fakat bir türlü susmuyorlar. O küçücük tartışmaları, tiz sesleri resmen artık kafamda çınlıyor. Bakın diyorum sakince
- Kavganızı böldüğüm için üzgünüm ama benim çok önemli bir sınavım var ve bu lanet yerin neresi olduğuna ve nasıl çıkacağıma dair hiç bir fikrim yok.
Fakat beni sallamıyorlar. Kendi kavgaları onlara nedense daha önemli geliyor. Zaten gerilmiş olan sinirlerim iyice çileden çıkıyor ve sesimin çıktığınca bağırıyorum:
- Bi kesin sesinizi allah aşkına...
7 cüceninde yüzü aynı anda bana dönüyor ve gördüğüm andan beri hiç sevmediğim 4. cüce cevap veriyor:
- Sağır değiliz...
- Öyle mi buradan bakınca hiç öyle görünmedi de. Her neyse benim buradan çıkmam gerek. Ve siz  7 ufaklık bana yardım etmek zorundasınız...
4. cüce: Bence gözlerinden önce dilini keselim.
Of allah aşkına nasıl bir kabusun ortasındayım ki. Tekrar kendime hakim olmaya çalışarak yavaş yavaş konuşmaya başlıyorum:
- Siz masal kahramanlarıyla bizzat tanıştığım için çok mutluyum ama gerçekten buradan gitmem gerek. Bana yardım ederseniz hem siz bu güzel ormanınızda eski huzurlu yaşantınıza dönebilirsiniz hem de ben kendi zamanımda şuanda muhtemelen bitmek üzere olan sınavımın sonuna yetişebilirim he ne dersiniz?
Sanki fi tarihinden gelme biri konuşuyormuş gibi anlamsız gözlerle bön bön yüzüme bakıyorlar. Ağlayacağım galiba. O kadar mutsuz ve sinirliyim ki miğdem bulanıyor. Tam o anda akıllı olduğuna başından beri emin olduğum 7. cüce kendisine tamamen zıt kocaman bir gülümsemeyle bana dönüyor ve:
- Madem öyle sana yardım edeceğiz fakat bize buraya nasıl geldiğini anlatman lazım.
diyor. Buna cevap vermeyi gerçekten çok isterdim ama verecek bir cevabım yok. Çünkü cidden bu kabusa nasıl düştüğüme dair bir fikrim yok. Yinede hatırladığım kadarınca anlatıyorum. Bilgece ve sessizce beni dinleyen cüceler nedense telaşa kapılıyor bir an. Hikayem bittiğinde üzgün gözlerle yüzüme bakıp:
- Cadının sevgilisi olan prensi ayartman lazım diyorlar.
Tam bana göre haha hahahahah cidden şuan kahkahalarla gülebilirim içinde bulunduğum duruma. Hatta miğdem bulanmasa ve üstümde hareketlerimi kısıtlayan bu elbise olmasa tepine bilirim de. Gülerek zorla da olsa konuşmaya çalışıyorum:
- Be- Ben bir prensi ayartacağım öyle mi? Hahahaha Hem de cadının sevgilisi olan prensi hahaha Beni öldürmek için neden kalbime bir hançer saplamıyorsunuz ki ? Hem daha kolay hemde çok hızlı olur. Yani sevgilisini ayartırken bir cadı tarafından basılıp  başıma nelerin gelebileceğini kestiremediğim bir ölümü beklemek pek eğlenceli değil de...
Yalnız cüceler gülmüyor, aksine çok ciddiler. 
-Yooo yooo diyorum siz gerçekten ciddi olamazsınız değil mi?
4. cüce: Emin ol senin ölmeni isteseydik bu zevkli görevi o nalet cadıya kaptırmazdık fakat gerçek bu.
Bu ormanda işim bittiğinde,  ve cadının gazabından kurtulduğumda bu 4. cücenin kafasını ezeceğim diye söyleniyor içimde ki ben. 

Eh diyorum madem öyle peki nerede bu prensin evi?

Bir kaç saat sonra:
Bu 7 cüceye inandığım için kafayı yemiş olmalıyım. Bu ormanda bir ev bile yokken bir prens olacağına inanmamı sağlayan şey ne acaba. Oflaya puflaya yürüyorum ormanın içerisinde. 
Eğer yerde bir oyana bir buyana tur atan cüceleri görmemiş olsaydım şuan beni ölümüne rahatsız eden ayakkabıları da fırlatıp atabilirdim lakin her ne kadar cüce de olsa bir insanı öldürmek pek de iştah açıcı gelmediği için acıya katlanıyorum.
Ne kadar yürüdüğümü unuttuğum bir anda, ayaklarım acıdan kopacağı sırada yere yığılıyorum. Şahsen prensde, cadı da, o lanet cücelerde hatta sınavda umrumda değil. Öleceksem öleyim... Bu düşünceyle yavaşça kendimden geçiyorum. 
Ne kadar zaman baygın kaldım bir fikrim yok. Fakat uyandığımda kendimi kocaman bir odada buluyorum ve artık 1780'lerin Fransasında olduğuma eminim. Odanın içerisi pastel renklerde ve oldukça sade. Tabi bu sadelik anlayışı günümüzle düşünülürse geçerli. Zira bu dönemin en şaşalı süslemesi olduğuna eminim. 
Meraklı gözlerle odayı incelerken ahşap kapı gıcırdayarak açılıyor. Şaşkın gözlerle kapının eşiğinde duran sanki bir tanrı heykelinin vücut bulmuş hali olan adam beni olduğum yere kitliyor.
Ah diyor sesi sanki bir notanın ezgileri gibi. 
-Uyanmışsınız. Ayağınıza pansuman yapsak iyi olacak.
Aval aval bakıyorum adamın suratına. Hatta şuan salyalarım bile akıyor olabilir. Kafasını hafif sağa eğip yarım ağız gülümserken dudağının kenarları çok düzgün bir şekilde kıvrılıyor. Öldüm galiba. Ve şuan cenentin en güzel katı yaşadığım saçmalıklar yüzünden bana verilmiş. Yavaşça yanıma sokulup:
-Pardon hanımefendi biraz oturmanız lazım diyerek beni kucakladığı gibi yatağın bir köşesine oturtuyor ve anlatmaya başlıyor:
-Sizi ormanda bulduğumda baygındınız. Herhalde güneş çarpmış olacak. Bu aylar kızıl orman çok sıcak olur. Sizi tam zamanında bulduğum için çok şanslısınız. Eğer biraz geç kalsaydım şuan kızgın güneş altında kavrulmuş olurdunuz. 
Normalde böyle cümlelerin beni tedirgin etmesi gerekir ama karşımda ki adam o kadar yakışıklı ki düşünme yitimi de kaybetmiş durumdayım bu sebeple.
Eh diyor pansumanınız bitti. Artık yemeğe geçebiliriz.
Tabii diyorum gülümseyerek ve onunla birlikte çıkıyorum odadan. 100 den fazla basamak olduğuna emin olduğum bir merdivenden inmeye başlıyoruz. Çaktırmamaya çalışsam da ayağım cidden feci acıyor ama şuan ki durumu da bozamam yani. Biraz katlanacağız. 
Nihayetinde merdivenlerden inip yemek salonuna vardığımda masanın baş köşesinde gördüğüm karalar içerisinde ki kadın beni içerisinde bulunduğum o mutlu ortamdan koparıp gerçeklikle yüz yüze bırakıyor.
Ahh diye geçiriyorum içimden. Bende çok şaşırmıştım nasıl bu kadar iyi bir olay başıma geldi diye.
Kadın bakışlarını üstüme kilitlemiş durumda. Göz hapsinde oturuyorum koltuğuma. Prens beni oturttuktan sonra cadının yanına geçerek yanağına bir öpücük konduracağı sırada cadı gayet yüzsüzce dudaklarına yapışıyor adamın gözleri benim gözlerimdeyken. Rahatsız olmuşçasına kıpırdanıp buradan nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Neticede cadının evinde sevgilisini ayartacak kadar aptal değilim. Başka bir  yolu olmalı. Buradan kurtulmanın başka bir yolu olmalı...
Cadının göz hapsinde biten akşam yemeğinden sonra odama çekildiğimde tamamen bitkin durumdayım. Ne yapacağımı bile düşünemiyorum. O kadar yorgunum yani. 
Biraz uyumak için yatağa uzandığım sırada kapım tıklatılıyor. O çirkin cadıyla nasıl çıktığına inanmadığım prens biraz telaşlı biraz da ürkek adımlarla içeri girip kapıyı kitliyor. 
Ne olduğunu anlamasam da doğruluyorum uzandığım yerden.
- Bir şey mi oldu diye soruyorum?
-Biliyordum diyor sessizce. Geleceğini biliyordum.
-Affedersin ama neden bahsettiğini anlamadım?
-Beni cadıdan kurtarmak için geldin değil mi? Beni öptüğünde her şey eski haline dönecek değil mi?
- Ah.. Şeyy .. E- evet teorik olarak öyle diyorum. Fakat içimde ki ses her şeyin dönüp dönmeyeceğinden pek de emin olmayarak homurdanıyor.
- O zaman hadi öp beni diyor prens. Cadı uyanmadan bir an önce öp ki herkes ait olduğu yere dönebilsin.
-Evet diyorum kendi kendime evet bu sırf iş için. Yapmam lazım. Korkunun ecele faydası yok. 
Prens bana yaklaşıyor. O yumuşacık elleri belimi kavrıyor. Nefesini  hissedebiliyorum yüzümde. Gözlerimi o geniş omuzlarından, bir ressamın elinden çıkmışçasına yaratılmış yüzüne kaydırıyorum. Bakışlarımız buluşuyor. Kalbim o kadar hızlı atıyor ki korkudan mı yoksa heyecandan mı olduğunu kestiremiyorum. Beni yavaşça kendine çekiyor. Boynunu hafifçe eğip tam dudakları dudaklarımla buluşacakken Güümmm diye bir ses yerimden sıçramama sebep oluyor. Korkudan kalbim duracak. Cadı tüm haşmetiyle kapının ucunda. 
-Biliyordum diyor. Seni ilk gördüğümde anlamıştım. Fakat buradan kurtulamayacaksın.
Bir hışımla elinde ki asasını sallıyor ve yere yığılıyorum. O sırada bir el hissediyorum omuzlarımda. Omuzlarımda ki el beni o kadar hızlı sarsıyor ki pek fazla baygın kalamayacağım galiba. Sarsıntı daha güçlendikçe huzursuzca kıpırdanıyorum. Gözlerimi yavaşça açarken ölüp ölmediğimi merak ediyorum. Prense ne olduğunu merak ediyorum...
- Hey ros diyor bir ses yine. Kendime gelmeye çalışırken yavaşça etrafa göz atıyorum.
-Hey kızım kalk artık neredeyse okula vardık.
The End


Ahh cidden paslanmışım. Yani şu hikayeyi çıkarmak kaç saatimi aldı emin değilim. Artık ne kadar oldu olmadı bilmiyorum ros bebeyim ama yine de boş geçirmek istemedim. Chat köşelerinde kendi doğum günün hatırlatmana gönlüm el vermedi. Cidden kendi doğum gününü hatırlatan senin gibi kaç çatlak vardır şu dünyada merak ediyorum XD Hediyemi de sunduğuma göre yeni yaşının sana sevgi, sevgi, ve bol bol sevgi getirmesini dileyerek sazı diğer cadılara bırakıyorum. Mutlu yıllar şekerim.
Başka bir masalda buluşmak üzere minna...

{ 12 yorum yazıldı sende Yorumla! }

  1. Duygulandım ya la :'( sabah koşa koşa bilgisayarımı açıp siteye girdim gün içerisinde de sürekli yokladım valla ne yalan söyleyeyim benimle ilgili bir güncel görmek için :D Çok güzeldi kendimi masalın içinde hissettim cidden. hoş bir ara adım geçene kadar o kızın sen olduğunu düşünüyordum :D Sonunu şöyle hayal ettim yine de gözümü açtığımda bütün mabushi cadıları başıma toplanmış kalk kızım yetişmesi gereken bir mangan var site çöktü vs gibi bir şey bekliyordum ama böyle de güzel :D ellerine sağlık çok mutlu oldum neobim ^^ napim en son bir şey göremeyince chatte kendi kendime söyleneyim dedim :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her şeyi mangaya bağlamak zorundamıyım alla alla :P O son herkesin aklına gelir die yasmadım. Üyle işte XD

      Sil
  2. Sağlıklı ve mutlu bir ömür geçirmen dileğiyle doğum günün kutlu olsun canım.

    YanıtlaSil
  3. nice yıllara rosario.sağlıklı mutlu sevdiklerinle uzun ömürler geçirmeni dilerim.
    hikaye de süperdi ayrıca.ellerine sağlık neobi.cadılar haklı birine yaptın mı diğerleri de dört gözle bekler oluyorlar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle oluyor galiba =) Beğenmene sevindim.

      Sil
  4. Doğum Günün Kutlu Olsun Ros!! Nice güzel, bol mangalı senelere! :D

    Valla Neo'm hikaye süper ama ben gayet o cadının Ros olacağını düşünmüştüm hehehe ama kötü kraliçelik de yakışmaz ki Ros'a :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende öyle düşünmüştüm aslında ama fakat lakin... 1) Ros cadı olsaydı eğer hikaye baya uzun olmak zorunda kalacaktı XD 2) Onu cadı yapsak çemkirir asghfasghf Senin hikayende seni cadı yapıcim söz :P

      Sil
    2. ahahaha :D sen de haklısın bacım :D
      Tamam be! Cadıyız sonuçta yalan olmaz amaaaaa kendim için mutlu son istiyorum ona göre :D:D:D

      Sil
  5. nice yıllara Rosario daha bir sürü güzel mangalar yapman dileğiyle :D
    neobi nerden buluyorsun bu hikayeleri la fointen yanında halt etmiş yaa :D senin torunun olmak varmış ama ahh ahhh çok çok çok erken doğmuşuz yahu :XD

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla şekerim bende bilmiyorum nereden buluyorum XD Ama fazlaca kitap okumanın katkıları olsa gerek kkkk Beğendiysen ne ala =)

      Sil
  6. Doğum günün kutlu olsun ros-san :))

    YanıtlaSil
  7. doğum günün kutlu olsun ros bebeğim
    o prensi öptüğünde tekrar uyan ama rüya olmadığını gör tamam mı :D :D :D :D

    not:kendi doğum gününü hatırlatan kaç kişi var deyince aklıma geldi
    ben de o delilerdenim hatırlarsan yepde kendi kendime konu bile açmıştım
    gençlik işte :D :D

    YanıtlaSil

- Copyright © Mabushi Majo - - Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan -